Saat alışverişlerinizi etkileyen, yönlendiren faktörleri hiç düşündünüz mü? İtiraf edelim, zamanı öğrenmek için saat almadığımızı hepimiz biliyoruz. Peki neden bu küçük makinelere bir servet harcıyoruz? Daha da önemlisi bu kararı nasıl veriyoruz?
Neden saat alıyoruz? Bu soruya en basit cevap elbette aksesuar sevgimiz. Akla gelecek en son cevap ise zamanı öğrenme arzumuz. İşlevsel açıdan saatlere ihtiyacımız kesinlikle yok. Hemen hemen her an yanımızda olan cep telefonlarından kafamızı nereye çevirsek karşılaştığımız elektronik aletlere dek her yerde bize saatin kaç olduğunu söylemek için can atan ibrelere ve ekranlara rastlıyoruz. Tabii, bununla yetinmek ne mümkün? Bir de kolumuzda olsun istiyoruz o makinelerden...
“Erkeğin tek aksesuarı saattir” cümlesiyle daha önce karşılaşmış olmanız oldukça muhtemel. Şuna inanıyorum ki bu cümle, gerçek bir saat severin saatlere olan bakışının yanında oldukça sıradan ve yüzeysel kalıyor. Bizler saatlere, bir aksesuardan çok daha öte anlamlar yüklüyoruz. Bir miras, özel bir ilgi alanının somutlaşmış hali, dostlukların veya başarıların simgesi. Buraya kadar bildiğimiz kısımlar. Peki, hangi güç bize bileğimizdeki saatleri aldırıyor? İşte bu nokta, tam da işlerin karışmaya başladığı nokta.
Yüzlerce markanın binlerce modeli arasından seçim yapmak pek de kolay değil. Üstelik zevk dediğimiz kavram alabildiğine sübjektif doğrulara bağlı iken. İş parayı verip saati bileğe takma noktasına geldiğinde, kendi zevkimize göre mi yoksa başkalarının yönlendirmesine göre mi hareket ediyoruz? Ya da zevk dediğimiz şey aslında başkalarının seçimlerine tanık olmamızla mı oluşuyor?
Geçmişten günümüze saat satın alma alışkanlıklarımızı şekillendiren etmenleri incelediğimizde şaşırtıcı bir tablo ile karşılaşıyoruz. 90’lı yıllarda, yalnızca yakın çevresinin yorumlarına ve dergilerdeki reklamlara güvenen saat sever arkadaşımız, 2000’lerde forum kültürüyle tanışıyor. Bir anda kendi gibi saatlere gönül vermiş onlarca hatta yüzlerce insanla iletişim kurmaya başlıyor. Zamanı biraz daha ileri aldığımızda, bu kişinin internet kullanımının doruklarında yer alan sosyal medya ile tanışması, onun aynı ilgi alanına sahip milyonlarca kişiyle bir araya gelmesini sağlıyor. Sorun şu ki, ortak paydada buluşan kişi sayısının bu denli artması, aktif katılımcı oranının düşmesi, pasif izleyici sayısının ise yükselmesi anlamına geliyor. İşte tam da bu noktada güruh, gruplara ayrılmaya başlıyor.
Kategorileri birbirlerinden kesin çizgilerle ayırmak oldukça güç. Zevkleri doğrultusunda saatleri alan ya da reklam anlaşmaları sebebiyle saat kullanımına zorlanan ünlüler, ticari kaygılarla insanları manipüle etmeye çalışan profesyoneller, yalnızca beğenileri doğrultusunda paylaşım yapan koleksiyoncular, sadece olan biteni izlemekle yetinen seyirciler ve çok daha fazlası. Örneğimize yine yukarıda bahsi geçen kişiden devam edelim. Tahmin ediyorum ki kendisini, beğenileri doğrultusunda paylaşım yapan koleksiyoncu ile olan biteni izleyen seyirci arasında bir noktada konumlandırmak doğru olacaktır.
Alışkanlıklar gibi beğenilerin değişmesi de bir süreç gerektirir. Tıpkı sosyal medya kullanımına tam gaz devam eden saat meraklımızın beğenilerinin zamanla değişmeye başlaması gibi. Bir noktadan sonra, zevklerin yerini onaylanma, kabul görme güdülerinin alması, takip edilme ve takdir görme hislerinin pekiştirilmesi gerekliliği saat sevdalımızı da vurmuş olmalı ki, kitleleri peşinden sürükleyen, milyonlarca beğeni alan, hakkında efsaneler yazılan, yıllar sürecek “bekleme” listelerine sahip modeller esas oyuncumuzun yakın markajına girmiştir. Artık, saatlerle ilgili sohbet ettiği birkaç arkadaş, yerini binlerce takipçiye, milyonlarca beğeniye bırakmıştır. Belki de aslında olması gereken budur. Değişen zevkler, tüm saat severleri birkaç markanın birkaç modeli çatısı altında toplamayı başarmıştır. Kim bilir, belki de Patek Philippe Nautilus’lar, Rolex Daytona’lar aslında saatçiliğin geldiği “son” noktayı temsil ediyordur.
Doğrusu eski günleri özlüyorum. Paneristi ruhunu, JLC’nin sıra dışı komplikasyonlarını, Vacheron’un tarihi modellerinin yeniden üretimlerini ve daha bir sürü gelişmeyi, saatlere ilgi duyan herkesi heyecanlandırmayı başaran irili ufaklı gelişmeleri, heyecanla beklenen fuarları... Hepsini özlüyorum. Belki de o eski dostlukları özlüyorum. Saatlerden başlayıp hayatın her alanına uzanan sohbetleri, başkaları tarafından beğenilme, takdir edilme düşüncesi dahi olmadan yaptığım alışverişleri. Ancak imkansızı istediğim de biliyorum. En iyisi saatlere yeni yeni ilgi duymaya başlayanların heyecanlarını uzaktan seyretmek sanırım. O eski saf duygularla.