Evet, hepimiz saatlere hastalık derecesinde bağlıyız. Türlü türlü anlamlar yüklediğimiz bu küçük zaman makinelerinin hepsinden ayrı bir tat, ayrı bir zevk alabiliyoruz. Peki, kalan ömrünüzü tek bir saat ile geçirmek zorunda olsanız seçiminiz hangisinden yana olurdu?
Eminim her saat sever bu zor soruyla en az bir sohbet ortamında karşılaşmıştır. Tek saat, uzun yıllar sıkılmadan, değişen moda akımlarından etkilenmeden ve güvenle kullanılabilecek bir model anlamına geliyor. Zor bir birleşim olsa gerek ama kesinlikle imkânsız değil.
Zamansız tasarımlardan gitmekte fayda var. Bu noktada yılların eskitemediği modellere yönelmeyi doğru buluyorum. Audemars Piguet’ten Royal Oak Jumbo tadından yenmeyecek bir seçenek mesela. Marka değeri, kalite, saygınlık, tasarım, özgünlük, ne ararsanız var. Aynı yakıştırmaları Patek Philippe Nautilus için de yapmak mümkün. Gözünüz Vacheron Constantin Overseas’i arıyorsa, üzgünüm. O, treni kaçıralı epey oldu.
Klasikler için de benzeri durumlar geçerli. Lange veya yine Patek’ten bir Grande Complication’a kim hayır diyebilir? Muhtemelen genç saat severler. Henüz saçlarınız yerindeyken(ve beyazlamamışken) bu kadar ağır takılmaya pek de gerek yok gibi. Bu noktada cesaret gerektiren nokta atışı bir alternatif sunmam gerekirse; F. P. Journe Chronometre Bleu.
Biraz da özelleşmiş temalara göz atalım. Misal, havacılığa gönül vermiş biri IWC’nin herhangi bir Pilot saatini veya Breitling’den karmakarışık kadranlı bir Navitimer’ı uzun yıllar zevkle taşıyabilir. Yeter ki devasa çapta modellere yönelmeyin. “Gerçek beyefendiler” gibi 40mm civarlarından uzaklaşmamak, konfor seviyenizi tahmin edemeyeceğiniz düzeyde artıracaktır.
Panerai diyenlere çıkışa kadar eşlik etmek istiyorum. Evet, bir zamanların fırtınalar estiren markası eski şaşaalı günlerini özlemle anıyor olmalı. Çok saatli koleksiyonların vazgeçilmezlerinden olan limitli Panerai modelleri bir yana, 47mm çapında bir Luminor’la bir ömür geçirmek, çok da mantıklı bir seçenek olmasa gerek.
Aşırı egzotik ve spor modellerden de uzak durmak gerektiğini düşünüyorum. Milyon dolar fiyat etiketlerine sahip Richard Mille’ler bakalım on sene sonra yine aynı oranda arzulanıyor olacak mı? Bu mantıktan yola çıkarak Graham Chronofighter Oversize koleksiyonundan bir model ile bir ömür geçiririm diyen biri varsa, ona da hayatta başarılar diliyorum.
Şimdi biraz daha ayakları yere basan (hem horolojik hem de maddi açıdan) seçeneklere göz atalım. Herhangi bir Omega, mümkünse Seamaster veya Speedmaster koleksiyonundan, mükemmel bir “tek” saat adayı olabilir. Aynı şekilde Zenith’in klasik El Primero model ailesi de sportifliğe önem veren ancak şıklıktan vazgeçemeyenler için güzel bir alternatif.
Daha fazla dayanamayıp kaçınılmaz sona gelmek gerekirse, akıl ve mantık dâhilinde tüm kapıların Rolex’e açıldığını itiraf etmek zorundayım. Sevin ya da nefret edin. Söylemimi fazlasıyla saldırgan veya abartılı bulacaklar olabilir. Mevcut müşterilerin beklentileri, sektörün ilerleyişi, zevkler, malzemeler, üretim teknolojileri, kısaca saat dünyasına dair bütün detaylar bir arada düşünüldüğünde, bir bütün olarak, Rolex’ten daha mantıklı bir marka bulamıyorum. Bulmayı kesinlikle çok isterdim ama olmuyor. Kulaktan dolma bilgilerle başlayan Rolex maceram, sempati, ardından nefret ve son olarak kendini hayranlığa bırakarak beni türlü duygulara sürüklese de, gerek verdiğim paranın karşılığı, gerekse kolumdaki hissiyat açısından en tatmin edici seçeneğin bu olduğuna inanıyorum. İşin daha acı tarafı da satış grafikleri savımı fazlasıyla destekliyor.
Saatlere gönül vermiş kişiler için ne denli zor bir istekte bulunduğumun farkındayım. Tek saat ile koca bir ömür. Peki, sizin tercihiniz ne olurdu?